TOBB Yönetim Kurulu Üyesi Özer Matlı ile Pandemi'den bugüne...
TOBB Yönetim Kurulu Üyesi, Bursa Ticaret Borsası ve MATLI Holding Yönetim Kurulları Başkanı Özer Matlı'ya yönelttiğimiz sorular ve cevaplar.
Bursa'nın ve Türkiye'nin ilk ayını değerlendirir misiniz?
Mart ayına kadar ilk üç ay bambaşka bir Türkiye konuşuyoruz, Mart'tan Haziran'a kadar bambaşka bir ülke. Hep derler ya Türkiye dört mevsimi yaşayan bir ülke, ekonomide de beş mevsimi yaşayan bir ülke konumundayız. Dinamik bir ülkeyiz. Yani ilk üç ayda geçen senenin yaralarını hızlı sarmaya başladık. Dünya'nın etkilenme sürecinde bir krize girdik. Nisan'da ve Mayıs'da dip yaptık. Bursa ekonomisi olarak baktığımızda, otomotiv ve tekstil olarak anlattığımızda, ihracat merkezi Bursa olarak başka bir şeyi daha fark ettik. Bizim söylediğimiz zaman sesimiz kısık çıkan, tarım sektörünü keşfettik hep beraber. Herkes tarım sektörünün olmazsa olmazını yaşadı. Bursa ekonomisinde de otomotiv sektöründen tarım sektörünün büyümesine, ihracatta arttı. Ölçek ekonomileri daha küçük olduğu için tarımsal rakamlar biraz daha düşük arttı.
Önümüzde ki 6 ay pandemi sürecinde inşallah ikinci dalga gelmez. İkinci dalga gelmediği takdirde biz yine otomotiv sektöründe çarkların hızla döndüğünü, imalat sanayinin daha hızlı toparlandığını görmüş olacağız. Toplum olarak hijyen kurallarına dikkat ettikçe bu süreci biraz daha yumuşak atlatacağız. Bir sıkıntımız var. Turizm gelirlerimiz ile ilgili ne kadar yaraları kapatabiliriz. Ne kadar kontrollü geçebiliriz. Ağustos ayı ile birlikte Rusya ile başlayacak bir turizm süreci olacak. Bunun haricinde İngiltere'den gelenlerde başlayacak. Ancak bu adımlar 35-40 milyar dolarlık bir iş potansiyeli olan turizm sektöründe yaramıza ne kadar merhem olur, onu da sene sonu rakamlarında göreceğiz. Turizm alanında zorlanacağımız bir sene olacak. İnşallah 2021 yılına güçlü gireceğiz. Önümüzde ki sene büyük sorunlarımızın genelini aşmış olacağımıza inanıyorum.
Tarım sanayi anlamında Türkiye'nin geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz, tarım sektörünün içinde olduğumuz için hep söylüyorduk. İnsanlar, sağlık ve tarım sektörlerinin birbirine eş değer olduğunu ilk defa, yeni fark ettiler. Ne yazık ki, benimde üzüldüğüm bir nokta var. Toplum olarak pandemi sürecinde panik noktasında genel olarak makarna tüketimine yöneldik. Bu bize gençlerimizin tüketim alışkanlığının hızla ve çok fazla değiştiğini söylüyor. Ve yine burada sağlıklı bir vücudun karbonhidratla değil, aslında protein kaynakları ile olacağı hususunda ciddi bir eğitim ve tüketim eksikliği yaşadığımızı fark ediyoruz. Türkiye'nin tarım politikaları noktasının önem derecesini iktidardan muhalefete, gıdacılardan tekstilcilere herkes tekrar keşfetti. Yeni dönemde inşallah bu keşif hükümet politikalarına daha belirgin bir şekilde yansır. Tarım Bakanı'nın sözleri ile örnek verecek olursak eğer; Mart ayında "paramız var alırız" diyorduk ama pandemi ile birlikte "paramız var alamıyoruz" konusunu da öğrenmiş olduk. O yüzden politikalar konusunda bütün paydaşların ortak hareket edeceğini düşünüyorum. Tarım hepimizin önceliği. Geleceği kurtarmak için sağlık ve tarım ikisi birbirini devamlı etkileyen sektörler. Yeni dönemde de ön plana çıkan, yıldızı parlayan bir sektör, tarım sektörü. Türkiye'de yeterli alt yapı da var.
Türkiye'nin pandemi döneminde finansman ve kredilendirme beklentileri vardı. Yine pandemi ile birlikte beklenen vergi ve sosyal sigortalar prim afları ile yapılandırma beklentileri esnafta ve iş dünyasında var. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği olarak bu konuda ki duruş, beklenti ve görüşleriniz nelerdir?
Pandemi süreci yeni bir dünya'yı toplum olarak bize keşfettirdi. Aslında bildiğimiz ama kullanmadığımız dijitali keşfettik. Örneğin; toplantıların dijital ortamda daha hızlı yapılabileceğini, daha hızlı hareket edilebileceğini yani toplumun evden de çalışabileceğini, evden çalışmanın da yaşam içinde var olabildiğini keşfettik. Aslında bunlar dünden bugüne hep vardı. Belki zor, oyunu bozdu. Zor ile bu teknojiler yeni bir dünya kurulumuna sebep oldu. Eğitim sektöründe dahi, uzaktan eğitim konusunda "ne, nasıl olur ve olmaz" hususları da düşünülür hale geldi. Yani fiziki okullardan bambaşka bir yere gitmeye başladık.
TOBB olarak Başkanımız Rifat Hisarcıklıoğlu'nun iki günün bir gününü yurt dışında veya yurt içinde, ülkemizin bir kentinde ya da ilçesinde, oda veya borsamızda ya da ekonomi ile ilgili süreçlerde tükettiği zamanları hep birlikte yaşıyorduk. Pandemi ile birlikte uzaktan bağlantı teknolojileri kullanan Başkanımız Hisarcıklıoğlu'nun, günde 5-6 ve bazen daha fazla toplantı ile üyelerimizin ve ülke dinamiklerinin yanında olabildiğini gördük. Üyelerimizin beklenti ve sorunlarını hükümet içerisindeki paydaşlarımız ile daha hızlı görüşebilme fırsatı yaşadı, yaşadık. Buna yaşayarak şahitlik ettik. Bu sürecin büyük bir kısmını bizlerde yaşadık. Ve bu süreçte gece ile gündüz ayrımı olmadı. Teknoloji, zamanı hızlı değerlendirebileceğimizi pandemi ile birlikte bize yeniden keşfettirdi.
Tabi bu süreç ne kadar iyi ve istediğimiz gibi geçti?
Biz bu süreçte dedik ki, cirosu düşen her firmanın kısa çalışma ödeneğinden faydalanması ve bu şekilde desteklenmesi gerekiyor. Temel kriter budur. Bir firmanın cirosunun düşmesinin tek nedeni, iş yapamıyor oluşudur. Bu ne demektir? Eğer kısa çalışma ödeneğini sektör ayrımı yapmaksızın uygulayabilseydik, piyasalar ve sektörler olarak bu kadar zorlanmamış olacaktık. Ve süreç daha rahat atlatılacaktı. Kavgada yumruk aranmaz sözü misali ufak tefek bazılarımızın ciddi kayıpları da oldu. Özellikle hizmet sektörü bundan çok daha fazla etkilendi. TOBB olarak hizmet sektörünün sorun ve beklentileri ile hükümet konusunda yapılabilecekleri, elimizden geleni ardımıza saklamadan gövdemizi taşın altına koyarak gerçekleştirdik. Ancak sonuçta bizlerde bir sivil toplum kuruluşuyuruz. İcra noktasında soru, sorun, çözüm ve beklentileri hükümet ve icracı makamlara iletmekten öteye gidemediğimiz oluyor. Sonuçta biz elimizdeki verileri ve önerileri iletiriz, gerisi hükümetin takdiridir.
Krediler ve finansman konusunda gönül isterdi ki; Türkiye'nin ekonomik anlamda bütçesi çok daha fazla olsun. Küçük işletmetlerin hepsine kredi olarak değil de hibe olarak para verilmesini isterdik. Keşke kaynaklarımız yeterli olsaydı ve bizde hükümetin bunu gerçekleştirmesine şahitlik edebilseydik. Sonuç itibariyle biz, kredi ile aslında bir borcu öteledik. Ekim ayında başka bir süreç başlamış olacak. Geçmiş dönem ile ilgili bizlerinde hükümet ile görüşmelerimiz var. Hükümet de çözüm odaklı gitmeye çalışıyor. Bizim derdimiz bu süreç toparlanana kadar, 2-3 ayda insanlarımız neyi ne kadar yapabilir sorusunun yanıtını bulmak. İşleri bozulan, işini kaybeden insanlarımız işlerinin üzerine neyi ne kadar koyabilir, ne kadar faiz ödeyebilir, ne kadar gelir elde edebilir, bu ciddi bir soru.
Ekim ayında ki ödemeler ile ilgili hükümet ile ufak da olsa görüşmelerimiz devam ediyor. Hükümete bu konuda çalışma yapın çağrısını sürekli dile getiriyoruz. Bu ödeme süreçlerini uzatın diyoruz. Çünkü toplum olarak çalışkan bir toplumuz, hızlı hareket ediyoruz ama bu kredilerden bu faizlerden bu kredileri ödeme ile ilgili çok hızlı ciro yaratmamız lazım. Şu iki aylık ciro ve yeni toparlanan sektörlerde ve yüzde yüz çalışma kapasitesine gelmeyen işyerlerimizde mevcut ödeme takvimlerinde ödeme gerçekleşmesini biraz olanaksız görüyorum.
Vergi ve sicil afları ile ilgili gerekli başvuruları hükümetimize ilettik, iletiyoruz. Bizlerin asıl korkusu, bu kadar yaralı bir özel sektörü konuşurken hükümetin tamamlayıcı emeklilik sigortası çalışmaları idi. Şuan da inşallah bu çalışmalar durdu. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın her platformda bizlere sürekli söylediği bir şey vardı. Sayın Erdoğan, "işveren ve çalışan kesimin yani işçi ile işverenin anlaşmadığı bir öneriyi benim önüme getirmeyin" dedi. Biz de diyoruz ki, işçi ile işverenin anlaşmadığı bir yerde iş dünyasına ilave bir yük getirecek böyle bir çalışma yapmayalım. Bu konu için biz özellikle destek isterken, tamamlayıcı emeklilik sigortası ve çalışan ile üretene de ciddi bir yük getirecek adımlar var. İşsizlik fonu üzerinden yatırılacak paralarda işverene ilave yeni bir yük getiriyor. İş dünyası ayakta kalmaya çalışırken, ilave yüzde 6 civarında bir yük gelme durumu var. İş dünyasının bunu kaldırması söz konusu değil. Biz afları konuşurken, Timur'un fil hikayesi gibi üzerimize başka bir yük getirilmesini istemiyoruz.
Vergi ve Sosyal Güvenlik Primleri ile Sicil Affını destekliyoruz
İşveren olarak tabi ki, af beklentilerini destekliyoruz. İnsanlar pandemi sürecinde zor koşullarla mücadele ediyorlar. Biz yere çakıldık. Dünya yere çakıldı. Dünya'da, ekonomilerde yeni ve ciddi bir para bollaşması var. Herşeyin yeni düzende sıfırlandığı, herkesin birbirini affettiği böyle bir dönemde bizde hükümetin bu konularda toplum lehine bir karar almasını istiyoruz. İnşallah Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden bu yönde bir karar çıkar. Ve bir daha böyle pandemi gibi sorunları ülke ve dünya olarak yaşamayız. Kaldığımız yerden iş dünyası olarak koşmaya devam ederiz.
Piyasalarda son dönemde ortaya çıkan; işverenlerin işçi çıkaramaması, özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerin gelir elde edemediği için kapanma aşamasına gelmesi ve hatta iflas da açıklayamaması gibi durumlar söz konusu. Bu konuda görüşleriniz ve çalışmalarınız var mıdır? Varsa nelerdir?
Kendi yaşadığımız kurumdan örnek vereyim. Bursa Kültür Sanat Vakfı'nda çalışan arkadaşlar var. Pandemi süreci nedeniyle etkinlik yapamıyoruz. Doğal olarak gelir de elde edemiyoruz. Bu tablo içerisinde personeli de çıkaramıyoruz. Bunu Vakıf olarak bile değerlendirdiğimizde gelen ilave yük ile gelir de elde edemeyince aslında daha çok batıyorsun. Bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, pandemi başlangıcında Türk toplumunun panik ile hızlı bir refleks vermesinden duyduğu endişe ile böyle bir karar aldı. Biz işverenler olarak şunu istiyoruz; devlet çalışanlara bir destekleme yapmak istiyorsa bunu işverenler üzerinden yapmasın. İşsizlik fonu üzerinden bu destekleme gerçekleştirilsin. İşverenlerin ve işçi dünyasının yatırdığı fonda 135 milyar lira kaynak var. Bu fonun yıllık faizi minimum 10 milyar lira. Kaynak var. Böyle bir dönemde işçi ile işverenin ortak yatırdığı kaynakları devlet değerlendirsin. Çünkü batmak üzere olan firmaları batırıyoruz. Firma belki kurtulacak. Devletin işveren üzerindeki yükü onun üzerinden alması lazım. Çalışana ve emeğe saygım var. Ama can mı yoksa canan mı konusuna geldiğimizde, işverenin kurtulması lazım. Çünkü, dükkanının kurtulması lazım, aidatlarını ödemesi lazım, vergilerini ödemesi ve iş alanı üretmesi lazım. Şuan insanların aldığı aylık ile devletin verdiği para arasında ciddi bir dengesizlik var. İşveren ile çalışan karşı karşıya kaldı. Bu başka bir sürece gidiyor. Bu süreci de iyi bir süreç olarak görmüyorum. Çünkü işveren ile işçinin ortak çalışması lazım.
Bursaspor ile ilgili görüşleriniz neledir?
Ben spor ile ilgili konulara eskiden beri her zaman uzak durmuşumdur. Uzak durmamın çeşitli sebepleri var. Herkes Bursaspor'u seviyor. Herkes Bursa'lı olduğunu söylüyor. Bursa'lı olmak yani baba oğlunu severken sadece oğluna para vermek ile bu sevginin bakış açısını değerlendirmemek gerekiyor. Yani böyle olmamalı. Taraftar guruplarına baktığımızda "zengin para versin" deniliyor. Zengin neden para versin? İş Adamı neden para versin? Sorumluluk var. Peki, para vermek çözdü mü? Bu güne kadar eski başkanlara para veren de oldu, para vermeden takımı şampiyon yapanı oldu. İş para ise, bugüne kadar gelinen süreçler işin para olmadığını gösteriyor. Bizim kulüp noktasında taraftar olarak da başta dilimizi düzeltmemiz lazım. Kimsenin kimseye küfür etmemesi lazım. Yani bir Bursa sevgisi, Bursaspor sevgisi birbirine bağırmak, birbirini aşağılamak, "vay sen batırdın kulubü" demek olmamalı. Biz diyoruz ki, ortada bir enkaz var. Bu enkaz nasıl kaldırılır? Kaldırmak için ne yapmak lazım? En başta birbirimize saygı göstermemiz lazım. Kimse istemez Bursaspor gibi şampiyon olmuş bir kulübün böyle bir duruma düşmesini. Ama bugün kulübün küme düşmesini değerlendirirsek, herhalde bunu el birliği ile yaptık. Taraftarı ile de yaptık, sporcusu ile de yaptık. İnsanlar; yöneticilerin, taraftarın kavga ettiği bir yerde ne kadar durmak ister? Orada oynayan futbolcu bu kavga ortamında ne kadar başarılı olabilir? Belki parasını almak için oynar. Sıçramak için, ortamında huzursuzluk olan bir yerde kaba bir ekonomik tabir kullanayım; para sıcağı sever, soğuğu sevmez. Yani futbolcular kariyer fırsatı bulduğu ilk anda böyle bir ortamdan ayrılmak ister. Şehir bizim şehrimiz. Biz şehir ile barışmak zorundayız. Bu kıskaçtan Teksas tribünü de olsun, iş dünyası da olsun, futbolcusu da olsun, yöneticisi de belediyesi de olsun, yani el birliği ile çıkabiliriz. Diyorum ya bir sıkıntı varsa, el birliği ile batırdık biz bu kulübü. Yani Ali Ay veya şuan ki yönetim tek başına batırmadı. El birliği ile biz müsade ettik batırmalarına. Ben olaya bu noktadan bakıyorum. Toplumsal olarak sağduyulu olarak baktığımızda Bursa hak ettiği bir yerde. İhracatta Türkiye'nin ikinci büyük şehri. Anadolu şehirleri içerisinde en büyük ekonomi şehirlerinden birisi. Bursa, bu süreci toparlar. Yeter ki; bağırmadan, kızmadan, birbirine saygı göstererek, işe yeni baştan başlamak lazım diye düşünüyorum.
Kurban Bayramı'na dair temennileriniz nelerdir?
İkinci dini bayramımız, yani Ramazan Bayramımızdan sonra Kurban Bayramımız pandemi sürecinden sonra toplumu sevindirecek. Bir iyi tarafı var, bayramlar bizim için mutluluk ama kötü tarafı eski bayramları gerçekleştiremeyeceğiz. Uzaktan ve interaktif bayramlaşma, o el sıkışmalarını, kucaklaşmaları ne kadar karşılar bilemiyorum. Şimdiden bütün Bursa halkının, tarım kesimi çalışanları ile emek üretenlerin, pandemi sürecinde zorluk çeken başta sağlık çalışanları ve güvenlik güçlerimiz ile topluma gıda üreten gıda sektör çalışanlarımız da dahil olmak üzere başta Bursamızın devamında ülkemizin, bütün vatandaşlarımızın ağzının tadının kaçmadığı bir bayram diliyorum. Herkese sağlık, sıhhat, uzun ömürler diliyorum. İnşallah tekrar böyle hastalıklar gelmesin. İşimizle, Türkiye'yi büyütmekle ilgili tekrar eski hedeflerimize döneceğiz diye düşünüyorum.